YILAN ŞİFASI
Yılan şifası insanları çok enderdir. Onların bu şifaya adım atmaları zihinsel, fiziksel ya da duygusal olsun, tüm zehirleri başkalaştırmalarına olanak veren, sayısız yılan ısırığı yaşamayı ve atlatmayı gerektirir.
Yaşam-ölüm yeniden diriliş döngüsünün başkalaşımı, yılanın deri değiştirmesiyle örneklendirilir.
Bu bütünlük enerjisi, kozmik bilinç ve her şeyi isteyerek hiçbir direnç göstermeden tecrübe etme becerisidir. Her şeyin yaratılışta eşit olduğu ve zehir gibi tecrübe edilebilecek şeylerin kişi doğru bir düşünce sürecinde olduğu sürece yenebileceği, sindirebileceği, entegre edip dönüştürebileceği bilgisidir. Daha sonra Hermes olarak geri dönen ve simyanın öncüsü olan Atlantisli Thot, şifayı simgelemesi için bir kılıcın etrafına sarılan iki yılan sembolü kullandı. Her türlü varoluşun içinde var olan erkek ve dişiye dair mutlak kabullenme ve anlayış; ikinin bire dönüşmesini sağlayarak kutsal enerjiyi meydana getirir. Yılanın şifası size evrensel bir varlık olduğunuzu öğretir. Hayatınızın tüm yönlerini kabul ederek ateş şifasının başkalaşımını kabul edebilirsiniz. Bu ciddi bir sihirdir. Ama unutmayın; sihir bilinç de ki bir değişimdir yalnızca. Sihirbaz ya da büyücü olun. Enerjiyi dönüştürün ve ateşin gücünü kabul edin.
Şifa kavramını Amerikan yerlilerinin bakış açısıyla anlamak için öncelikle kişi şifa sözcüğünü yeniden tanımlamalıdır. Sözü edilen bu şifa bir insanın Yüce Gizem ve hayatın bütünüyle bağlantısını geliştiren her şeydir. Bedenin, zihnin ve ruhun iyileşmesi de buna dahildir. Bu şifa aynı zamanda kişisel güç, kuvvet ve anlayış sağlayan her şeydir. Hayatı tüm dostlarımıza, sevdiklerimize, ailemize ve diğer canlılara şifa getirecek şekilde yaşamaktır.
Hayvanlar Aracılığıyla Gücü Keşfetmek / Jamie Sans&David Carson
Alacakaranlıktı… Çölde bir dolunay gecesiydi sanki. Küçük bir tümseğin üzerindeydim, beyaz tül gibi bir elbisem vardı üzerimde. Uzaktan kutsal bir flüt sesi yankılanıyordu. Sanki beni dansa davet ediyordu karşı koyamadığım. Mecbur hissettim kendimi küçük ve ritmik adımlarla hereket etmeye devinmeye. Müziğin eşliğinde… Tepeciğin üzerinde… Ve bir bilgi doğdu içimde; on iki ayrı müzik çalacak ve on iki yılan çıkacak tümsekten seninle beraber dans etmek için. Karşı koyamıyordum cazibesine gizemli melodinin. Ve ilk dans muhteşem bir ayin gibiydi. Derken ikincisi, üçüncüsü… Giderek içim daralmaya, ürkmeye başlamıştım. Nedenini tam bilemiyordum ama sanki her dans eşsiz ve giderek derinleşen bir tecrübe ve deneyim geçidiydi. Ayaklarımın altından yılanlar çıkıyordu ahenkle dans edip bana eşlik eden. Müzik, biz, alacakaranlık uyum içinde dans ediyorduk. Ve sanki daha fazla dayanamayacaktım. Çünkü korkuyordum artık daha fazla ilerlemek daha fazla öğrenmek istemiyordum, canımın yanacağını hissediyordum. Dayanamadım ve kaçarak uzaklaştım oradan. Müzik sustu ve her şey dondu. Uyandım.
Küre dağlarındaydım. Bir buluşmadaydım eski Kızılderili ya da şaman atalarımızın geleneklerine göre yaşamaya çalıştığımız bir ay süreyle… Küre dağlarının zirvelerindeydik. Yaklaşık 2000 metrelerde. Bir günümüz sessizlik orucuna ayrılmıştı ama isteyenler günlerce tutmaya devam edebilirdi. Ağustos ayındaydık ama bu mevsimde bile her an bir dolu, yağmur ya da sis çökmesine tanık olabilirsiniz bu yükseklerde. O gün günlerden sis, iş başındaydı. Biz duruyorduk, susuyorduk her şey duruyordu, ağır ağır devinen günü yakalıyordunuz, an ı yaşıyorduk. Güneşin ışıkları bazen sıyrılıp iyimserlik dağıtıyordu etrafa, hepimize. Bir ateşin etrafında oturuyorduk küçük bir grup. Gün boyunca kimse konuşmamıştı kampta, yaklaşık yüz kişiydik. Ama herkes işinde gücündeydi, yemekler pişiyor, çaylar demleniyor, her şey tıkırında gidiyordu. Hiç kimse konuşmuyordu ama herkes birbirini hissediyor, görüyor, duyuyordu. Uzunca süre sessiz kalırsanız eğer, algınız, farkındalığınız hem içeriye hem de dışarıya yönelir. Kendi iç sesinizi ve dışınızdaki sesleri gerçekten duymaya başlarsınız. Zihniniz susmaya başlar ve siz kendi eşsiz varlığınızı duymaya, hissetmeye başlarsınız. Bir olma halini, var olma halini. Sonsuz özgürlük ve coşku halini deneyimlersiniz. Ben ise bu arda korkunç bir baş ağrısı çekiyordum. Ayma insana ne şekilde gelir belli olmaz tabi… Başım ağrıdan ve yanma hissinden sanki eriyordu. Ateşin etrafında oturuyordum. Ateşin dumanı sis ve bulutların arasında eriyerek karışıyordu, arada sırada güneş ışınları vuruyordu, bulutlara, ellerimizin arasından, bedenlerimizin yüzeyinden bize dokunuyordu. Uzaktan ormanın içinden doğruca süzülerek bana doğru gelen bir yılan gördüm. Yanıma kadar geldiğinde bütün gözler beni izliyordu. Çünkü yılan sağ ayağımdan tırmanmaya başlamıştı yukarı doğru. Ben öylece duruyordum sessiz, sakin ve inanmış bir şekilde. Bana zarar vermeye gelmemişti. O kadar sessizleşmiş ve doğanın bir parçası olmuştum ki beni yabancı ya da tehlikeli görmemişti. Ben de onu. Aynı rezonans da titreşiyorduk artık. Başımın tepesine çıktı ve çöreklendi, başını da alnıma sarkıttı. Herkes bana bakıyordu ben de onlara gülümsedim. Ve fark ettim ki bana şifa vermeye gelmişti. Alev alev yanan başım normale dönmüştü. Onun soğukluğu benim ısımı dengelemişti. Sol tarafımdan indi ve sakince uzaklaştı geldiği yöne doğru.
Doğadaki hiçbir canlı zevk için öldürmez ve eğer dinlerseniz bütün canlılar sizinle konuşur. Bütün bir hayat için yaşarsanız hayat da sizi ödüllendirir. Eğer zihninizin korkularını, kaygı ve endişelerini susturabilirseniz, eğer egonuzla değil özünüzle yaşar ve düşünürseniz… Bunun için kendinize şu soruyu sormalısınız; Bu yaptığım şey yaşama, başkalarına ve kendime ne kadar faydalı. Bunun cevabını verecek olan şey sizin özünüzdür. Bu yaptığım şey kendime ne kadar faydalı diye soruyor ve yaşıyorsanız bu sizin ego kişiliğinizdir. Özünüz değil.
Aradan yıllar geçti. Ara ara hep düşündüm şu on iki nağme, on iki yılan ve dans hikâyesini. Zaman zaman günlük hayatımın içinde anlamlara kavuştu… Geçenlerde rüyama dev gibi bir boa yılanı girdi. Yatıyordum ağaçlar arasında bir çardakta. Dev yılan sürünerek geldi üstümde çöreklendi. O kadar çok korkmuştum ki anlatamam. Ne nefes alabiliyordum ne de hareket ediyordum. Beni öldürmesinden çok korkmuştum. Gözlerimi kapadım sımsıkı ve bir süre o acıyla durdum sessizce. İnanılmaz bir ağırlık bir kasvet bir korku. Bir süre sonra gözlerimi açtığımda gitmişti ve güneş coşkuyla parıldıyordu her şeyin üzerinde. Yüreğim ferahlamıştı, yüzümde mutlu bir tebessüm, bir hafiflik hissediyordum bedenimde… Aslında korkulacak bir şey olmadığını anladım. Bana korktuğumuz şeylerin başka bir farkındalıkta baktığımızda korkulacak, endişe edilecek şeyler olmadığını anlatmıştı. Sadece o yoldan yürüyüp geçene kadar.
Geriye dönüp baktığınızda her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu anlatıyordu. Korkularınız sizi sadece ondan korktuğunuz için korkuturlar. Artık korkacak bir şey olmadığını anladığınızda evrenin mükemmel akışında mutlulukla ve özgürce süzülüyorsunuz demektir. Her an her şeyin olmakta olduğunu ve siz o akışta aktığınız sürece yani egolarınızın, kaygı ve korkularınızın olmadığı bir bilinçte, zaten niyetlenmiş olduğunuz bu ruhsal yolculuğun sadece kısa bir durağındasınızdır artık diyordu. . O coşkulu aşkın halin zaten içinizde var olduğunu ve zaman zaman ve farklı farklı suretlerde o aşkı bulduğunuzu zannediyorsunuz. Oysaki o suret de sadece sizin ondaki bir yansımanızdan ibaret. Yani birbirimize yansıyoruz, yansıtıyoruz. Yani içimizdekini görüp o surette kendimize aşık oluyoruz. Ve eğer içimizde korkularımız ve kaygılarımız varsa yansımamızda bunu görüp kaçıyoruz. Kimden! Kendimizden. Ve bunu anladığımızda, ne kadar korktuğumuzu. Kaybetmekten… Terkedilmekten… Özgürlüğümüzün bitmesinden… Acı çekmekten… ve tüm bunların bir zan bir illüzyon olduğunu anladığımızda bütün korkularımız geçiyor. Acı acı olmaktan çıkıyor. İstediğin her şeyin zaten orada olduğunu anladığında, ve sen korkup sahiplendikçe senden uzaklaştığına. Çünkü Yüce Güç bizden anı yaşamamızı ister. Her anın tadını çıkarabilmek için gizemli melodisiyle bizi dansa davet eder. Korkularını anlamışsan eğer bu dans sonsuza dek sürer.
Dev boa yılanı bana bunları anlatmıştı rüyamda. Yaşamın bir illüzyon olduğunu anladığımda tüm korkularım geçti hem de bir anda. Zihnimde canlandırdığıma değil de olana baktığımda. Yılanın şifasını anladım: ‘’ Bu bütünlük enerjisi, kozmik bilinç ve her şeyi isteyerek hiçbir direnç göstermeden tecrübe etme becerisidir. Her şeyin yaratılışta eşit olduğu ve zehir gibi tecrübe edilebilecek şeylerin kişi doğru bir düşünce sürecinde olduğu sürece yenebileceği, sindirebileceği, entegre edip dönüştürebileceği bilgisidir. . Bu ciddi bir sihirdir. Unutmayın; sihir bilinçteki bir değişimdir yalnızca. ‘’