KIZILDERİLİ RUHUMUN YOLCULUKLARI-3

KIZILDERİLİ RUHUMUN YOLCULUKLARI-3

KITOMETEDOSHI’NİN DÜŞLERİ VE YÜZLEŞME

Görünmeyeni görmek için gözlerini kapattı. Bir ağacın altında oturmuştu. Sessizliği  ve ona söylediklerini duyabilmek için düşlere dalmıştı. Bu bir düş idi rüya değildi. Düş geleceğin olduğu yerdi. Şimdiydi. Düşler, fiziksel olarak siz onları var etmeden önce gözden geçirilen gerçeklik gölgesiydi. Bu gölge korku, umut, ya da direndiğimiz şeyin ta kendisi olabilirdi ve bir gölge gibi nereye gitseniz peşinizdeydi.

Düşünde bir Antilop olduğunu gördü; çünkü bir Antilop olmayı düşlemişti. Yüce Gizem onunla konuştu ve anlattı: zamanın başlangıcında insan kabilesi henüz çok küçükken  Antilop iki bacaklıların çıplak , aç ve soylarının tükenmekte olduklarını  gördü.  Bi şeyler yapılmadığı takrirde Atalar kısa süre sonra Tabiat Ananın üzerinden silineceklerdi. Antilop  harekete geçti ve kampa gelip tüm iki bacaklıları, konseyi toplantıya çağırdı. Yüce Gizem beni size bir ders vermem için gönderdi. Bu ders Yapmaktır. Ne yapacağınızı bilir ve onu yaparsanız korkmanıza gerek kalmaz dedi Antilop. Peki ne yapacağız diye sordular insanlar. Çıplaksanız  ve üşüyorsanız beni öldürmeli ve sizi sıcak tutmak için kürkümü almalısınız. Aç  ve çaresizseniz beni öldürmeli ve etimi almalısınız. Bu size benim bir armağanımdır. Yapın. Bu benim size hizmetimdir dedi. İnsanlar Antiloptan iyi bir ders aldılar. Antilop sayesinde doğru olanı yaptılar ve bu günlere kadar geldiler. Antilop insanlara Yüce Gizem den gönderilen armağanları onurlandırmayı ve hayatta yıkıcı olmaktan kaçınmayı öğretti. Çünkü Antilop şifası Kızılderililerde hayat döngüsünün bilgisidir. O ölümü bilerek özgürce yaşar. Bu gezegende  var olduğunuz  kısa sürenin farkında olarak yaşamanız için sizi uyarır. Bir Antilop olduğunu düşlüyordu Kıtometedoshi  geçmişi , şimdiyi ve geleceği aynı anda yaşıyordu. Biraz daha daldı düşlerin derinliğine aradığı cevabı bulabilmek için. Atalarının bir zamanlar inandığı Yüce Gizem’in içine cesaretle girmeyi seçti.

Jıdoshırıkoshı ‘yi düşlemişti geleceğin gölgesinde. Kalbini teslim etmek istediği iyi kalpli, sevecen, cesur ve onurlu savaşçı. O bir beyaz atın bedeniyle gelmişti düşlerine. Yüce Gizem  fısıldadı düşünde bilgisini; Dreamwalker halkını kurtarmak isteyen bir şamanmış. Uzun bir yolculuk yapmış bunun için ve yolculuğunun sonuna geldiğinde büyük bir sürünün önünde Beyaz Aygırı görmüş. Dreamwalker , beyaz aygırın sırtına binmiş. Beyaz atlar diğer tüm atlar için haberciymiş ve güçteki bilgeliği temsil ediyormuş. Bu olağanüstü at dengeli şifa zırhının cisimleşmiş haliymiş. ‘’Herhangi bir güç suistimali , insanı bilgeliğe götürmez ‘’demiş Beyaz Aygır. Sen Dreamwalker, bu yolculuğu yardıma ihtiyacın olan bir kardeşini iyileştirmek, kutsal pipoyu paylaşmak ve Tabiat Anayı iyileştirmek için yaptın. Tevazunla , Yüce Ruhun bir aracı olduğunu biliyorsun. Ben seni sırtımda taşırken , sen de insanların ihtiyaçlarını sırtında taşıyorsun. Bilgelikle , gücün herkese dağıtılmadığını, yalnızca sorumluluğu dengeli bir şeklide taşımaya istekli insanlara ödül olarak sunulduğunu anlıyorsun. Gerçek güç yolculuğunun genelini hatırlayarak ulaşılan bilgeliktir. Bilgelik, bir başka insanın yerine yürüdüğünüz yolları hatırlamaktır. Merhamet ve şefkatin yanı sıra yetenek  , güç ve meziyetlerini öğretmek, sevmek ve paylaşmak güce açılan kapılardır demiş.

Jıdoshırıkashı  manası; kendini saklayan demek.

Bu bir varsayım yalnızca ; eğer durum böyle ise itiraf etmek zorundayım ki sen benim tutkumsun dedi kız. Adam sessizdi yine. Yüzünde bir anlam bir cevap yakalamaya çalıştı kız. Bir ses verseydi belki de anlayabilirdi adamın neler düşündüğünü. Ama bir çift siyah göz bakıyordu sessizce. Kıtometedoshı  adamın gözlerine bakamıyordu ne düşündüğünü anlayabilmek için. Cesaret edemiyordu beklide gizlice korktuğu içindir. Ne olduğunu , ne hissettiğini anlamaktan korkuyordu adamın. Bu son şansı olabilirdi çünkü. Bu yüzden bakamıyordu. Oysa korkmasaydı bu kadar kaybetmekten ayna da kendi gözlerine bakar gibi, aynı rüyada aynı suda yüzer gibi, duru  ve berrak güneşin ilk ışıkları gibi pırıl pırıl ve umut dolu bakabilirdi adamın gözlerine. Ve adam da anlardı aslında aynı düşü gören iki yansıma olduklarını. Sonsuza dek birbirini çoğaltan.

Hayatınızdaki tüm insanlar ve olaylar siz onları düşlediğiniz için var oldular. Onlarla ne yapmak istediğiniz size kalmıştır.

Hayatımız boyunca yaşamımızda var olan insanların tümü ihtiyacımız olanı anlamak, kavramak ve yaşamın gizil güçlerini fark etmemiz için yaydığımız frekans sonucunda hayatımıza çekilirler. Tüm durumlar ve insanlar Yüce Gizemin bir armağanı olarak bize verilen hediyelerdir. Hoşlansak da  , hoşlanmasak da tüm insanlar bize verdikleriyle ve aldıklarıyla bize kendimizin bir yansımasını sunarlar. Tıpkı bir ayna gibi. Zihnimizden ve kalbimizden , bilinçaltımızın derinliklerinden yaydığımız bu frekans bize hayatımızda var olan insanları çekerler. Bu bir sınavdır da aynı zamanda. Yüce Gizem bize yardım etmiş ve çağrımıza cevap vermiştir. Şimdi o insanlarla ne yapacağınız nasıl yaklaşacağınız sizin bilinçaltınızın bu yeni duruma nasıl tepki vereceği sizin sınavınızdır. Bir şeyi istediğinizde ve elde ettiğinizde aynı zamanda o istediğiniz şey karşısında geliştirdiğiniz olumsuz duygular da etki etmeye başlar. En çok istediğiniz şey sizin en korktuğunuz şey de olabilir. Ya da gün yüzüne çıkmasını istemediğiniz duygularınızı ortaya çıkarabilir. En çok istediğiniz şey sizin için bir acı kaynağı olmaya başlayabilir. Ve ondan uzaklaşmak , kaçmak istersiniz aynı zamanda. Aslında ruhunuz bu korkuyla yüzleşmeniz için içinizde var olan saklı duyguları açığa çıkartıp temizlemeniz için o insanı hayatınızda karşınıza çıkartmıştı. Çünkü ancak bu korkuyu yenerseniz artık yaşam gücü size daha çok akmaya başlar. Şimdi siz ve yarattığınız kişi, durum ve olaylar ile karşı karşıyasınız. Panik olup kaçabilirsiniz.

Diyelim ki bir uçurumun tepesindesiniz ve karşıya geçmek için incecik ve eski bir köprünün üzerinden geçmek zorundasınız. Adım attıkça köprü sallanıyor çatırdıyor. Ne yapardınız ! önünüzde sadece üç seçenek var; ya birkaç adım atar dener ve sonra geçemeyeceğinize karar verip geri dönersiniz ve eskisi gibi yaşamaya devam edersiniz. Ama hiçbir zaman bilemeyeceksiniz karşı tarafta neler olduğunu neleri kaçırdığınızı. Bilinçaltınızdaki güvensizlik duygusu peşinizi bırakmayacak hiç. Ne kadar düşünmeye çalışsanız da aslında zihninizin ve kalbinizin derinliklerinde başaramamanın getirdiği enerji kaybı hayatınızın tüm alanlarında siz farkında olmadan sizi o adımı atmadığınız için hep suçlayacak. Ve tekrar ve tekrar ve tekrar aynı köprüyü geçmek için fırsatlar yaratacak. İşte burası sizin seçim yaptığınız andır.

İkinci seçenek; köprüye çıktınız , köprü sallanıyor çıtırdıyor bir panik duygusu ama karşıya geçmeyi kafanıza koymuşsunuz ne pahasına olursa olsun. Adım atıyorsunuz sallanıyorsunuz , aşağıya bakmaya korkuyorsunuz ya da her hangi bir şeye. Gözünüzü karartıp koşarak karşıya geçebilirsiniz. Bu sırada köprüden düşme ya da köprünün kırılma tehlikesi de var. Diyelim ki geçtiniz ama anı kaçırdınız. Nasıl geçtiniz sizin bile haberiniz yok. Kısmet bi şekilde evren size yardım etti.  Size sorulduğunda deneyiminizi anlatamayacaksınız,. gözünüz neredeyse kapalıydı. Bir daha mı asla.

Bir seçeneğiniz daha var; bir buz tabakasının üstünde yürüyen tilki gibi.’’ Buzun üzerinde yürüyen tilki gibi olmak’’ Çin’ de bir atasözüdür. Kulakları, kırılabilecek buzu duymak için her zaman dikilmiştir. Bu arada güvenle geçebileceği noktaları arar. Temkinli olmayan genç tilki ise dikkatsizce ilerler. Bu durumda tam karşıya geçerken suya düşüp kuyruğunu ıslatma tehlikesi var. Böyle bir şey olursa bütün çabası boşa gider, hedefimize doğru ilerlerken dikkat ve düşünme taşınma başarıya giden yoldur.

Körünün üzerinde karşıya geçmek dikkat ve temkin bizi an da kalmaya , gelebilecek bütün tehlikeleri hissetmemize ve farkına varmamıza davet eder. Sessiz  ve sakince ilerlerken dikkatimiz hedefimize ve kırılabilecek buzun çıtırtılarındadır. Ve karşıya geçtiğimizde artık geri dönüşü olmayan biçimde bir deneyim ve farkındalığa ulaşırsınız. O deneyim siz olursunuz. Korkunuzu tanırsınız. Bu yüzden artık korku sizi yönlendiremez. Siz onu yönlendirirsiniz. Deneyimlediniz ve geçtiniz. Bütünün ve an ın farkındalığıyla bilgiyi idrak ettiniz. Bilinmeze doğru attığınız bu adım size evrenin sırlarını açtı ve işte varoluşla birlikte akıyorsunuz. Varoluşun kendisi olarak. Bu öyle büyük bir hediyedir ki sizin Tanrı olduğunuzu idrak ettiğiniz andır. İçinizdeki şüphe, korku , güvensizlik duygularınızı tanıdığınızda ve kabul ettiğinizde kendi Tanrısallığınızla bütünleştiğiniz andır.

Düşlerinin derinliklerinde Yüce gizem bir hediye verdi Kitometedoshi ‘ye; Bu öyle bir hediyeydi ki belki başka insanlar buna sadece gülüp geçebilirdi. Bu bir kokarca şifasıydı.

Diğer yırtıcı hayvanların aksine kokarca hayatınızı tehdit etmez, ama duygularınızı tehdit eder. Kokarcanın alışkanlık kalıplarını incelediğinizde , doğal davranışının oyunculuğunu ve kayıtsızlığını fark etmek kolaydır. Bu dört bacaklı yaratığın ‘’sana meydan okuyorum ‘’tutumu gözlemci olarak sizi , yalnızca itibarı sayesinde onun alanına saygı duymaya zorlar. Kokarca size , sözünüzün eri  bir insan olup kendinize saygı duyacak bir güç pozisyonu ve onurlu bir itibar yaratacağınızı söyler. Bedeninizi nasıl taşıdığınız, başkalarına kendiniz hakkındaki inançlarınızı yansıtır. Benlik hissiniz sağlam olduğunda diğer canlılara kaba davranmak, sinirlendirmek, işkence yapmak ya da güç gösterisinde bulunmak bir ihtiyaç olmaz. Kokarcayla olduğu gibi , bedeninizin etrafındaki rezonans enerji alanı duyularla aktarılır. Özsaygı bedensel  enerjiye nüfuz eder ve başkaları tarafından anında fark edilir. Olduğunuz bireyi ego olmadan ortaya koymayı öğrenirseniz ardından saygı gelecektir. Kendinize olan saygılı tutumunuz sizin gibi düşünmeyen insanları sizden uzaklaştıracak, ancak aynı yolu seçen insanları size çekecektir. Nasıl kokarcanın kokusu kendi cinslerini ona çekiyorsa onun alanına saygı duymayan insanları da ondan uzaklaştıracaktır.

Her ne kadar savaşçı nehir  kolundaki yuvasının güvenli sıcağına alışmış olsa da , soğukta kalmış gibi titriyordu. Yaşlılar konseyi onun bir yalanını yakalamıştı. Bu ayıbın cezası kabileden mendi. İnsanları arasındaki şerefini kurtarması için elindeki tek silahı olan bıçağıyla yabandomuzu ile mücadele etmesi gerekiyordu. Başarısız olduğu taktirde ölecek, vahşi canavarın dişleriyle paramparça olacaktı. Bu düşünce onu dehşete düşürüyordu. Sonra rüyasında vahşi boğanın ruhu onu ziyaret etti. Genç adamın yalan söyleyerek savaşçı yeminini bozması bu hayvanı öfkelendirmişti. Yabandomuzu ona, bu mücadeleyi kazanmak istediği taktirde, önce kendi içindeki kibirli ve sahtekar canavarla yüzleşmesi gerektiğini ve onu alt etmesi gerektiğini söyledi. Genç savaşçı o andan itibaren gerçeği onurlandırmaya ant içti. O gün Yabandomuzunun karşısına çıktı ve onu öldürdü. Savaşçı hayvanın dişlerini ömür boyu kendi içindeki zayıflıkla yüzleşmesini hatırlatacak bir yadigar olarak sakladı. Bu şifa bize kendi içimizdeki insani zaaflarla yüzleşmeyi ve onları güçlü noktalara dönüştürmeyi öğretir. İnsan ruhu yabandomuzunun korkularla, mücadelelerle ve rahatsızlık verici koşullarla yüzleşme arzusuyla güçlenir. Hayatın ona sunduğu durumlarla kaçmadan cesaretle göğüs germek gerçekten de güçlü bir şifadır.

Bir şeyleri erteliyorsan gerçeklikten kaçmaktan vazgeç . Hayatın  sunduğu her şeyle yüzleşme cesaretine sahipsin aslında; yalnızca o cesareti nereye sakladığını hatırla . Zorluklar   kendiliğinden ortadan kalkmaz. Sen sorunları ele  almadıkça ruhunun enerjisine erişemezsin. Savaşın yarısı savaşçının her an gerçeği bilme ve kabullenme becerisiyle kazanılır. Ve savaşın en büyüğü ve en zoru kendine karşı verdiğin savaştır. Dedi Yüce Gizem.

Hafifçe  gözleri aralandı Kıtametedoshı ‘nin , oturduğu yerde kımıldandı hafifçe. Bakışları bir süre boşluğa baktı. Nefesini fark etti önce yavaş yavaş bedeni biçimlendi ve olduğu yeri fark etti. Sesleri fark etti kuş cıvıltılarını ,ağaçların yapraklarındaki melodiyi, rüzgarın sesini…bu dünyaya dönmüştü içindeki yolculuktan. Bulmuştu , aradığı cevapları da beraberinde getirmişti. Korkularını  , kibrini, ertelediklerini ve tüm ertelediklerinin toplamının kendi kaderini oluşturduğunu fark etmişti.

Başını kaldırdı ve Jıdhoshrıkashı’ ye baktı. Bu sefer korkmuyordu. Yabandomuzuyla savaşmış, yılanın zehrini dönüştürmüş ,kokarcanın özsaygısını keşfetmiş ve bir köpeğin sadakatine ulaşmıştı. Benzerler birbirlerini çekerler. Aynı arzular ve istekler birbirilerini bulurlar. Benzer olmayanlar birbirlerinin yanından geçip giderler. Sevdiği adama baktı ve ona kal dedi seni sana rağmen sevmenin özgürlüğünü yaşamak istiyorum. Kal dedi eğer benziyorsak. Kendime ait ne varsa sayende onları tanıdım. Amerikan yerlilerinde köpeğin şifası sadakattir. Köpeğe bağırılmış ya da kötü davranılmış olsa bile. Köpek yine o kötü muamelenin  kaynağı olan insana sevgiyle  yaklaşır. Bunun sebebi aptallık değil, insani kusurlara dair derin ve merhametli bir anlayıştır. Kızılderili şifacılarda köpek sahip olduğu nimetleri onurlandırır ve ona bahşedilen güvene sadıktır.

Gitme kal dedi Kıtometedoshı. Köprüleri geçtim ,yabandomuzuyla mücadele ettim, kibrimi yendim,. Yüreğimin tutkularıyla mücadele ettim , sadakati öğrendim  kendime sadık kalarak,duygularıma aşkıma… Seni bekledim , burada bu ağacın altında. Eğer benzersek gelirsin benimle bilinmeyenin o sihirli köprüsünden geçmeye, yabandomuzuyla savaşıp kibrini yenmeye ve bir köpeğin sadakat ve merhametini anlamaya karşılıksız sevmeye.

Bunları söyledi kız adamın gözlerine bakıp. Korkmadan. Kaybedecek bir şeyi yoktu çünkü. Benzerler birbirlerini çekerler sadece. Sadece benzerini istiyordu başkasını değil.

İlknur Lichi

Bir cevap yazın